Lee Sun Gyun ve IU. Ne alakası var yahu ?? diye düşündüğümü anımsıyorum ilk önce. İkinci olarak da hemen açıp yaş farkına baktım bir aşk ihtimaline karşı. 17 yaş. Yani IU resmen Lee Sun Gyun’un kızı olabilirmiş. Sonra IU “Bu bir aşk dizisi değil, birbirine yardım eden iki kişinin hikayesi.” dedi de içimiz rahatladı. Ama diziyi izleyince gördük ki, bazı ilişkiler aşktan daha öte, daha önemlidir. Bu da öyle bir ilişkiydi işte.
16 bölümlük bu dizi, sağlam senaryosu, iyi oyunculuğuyla kalplerimizi deldi geçti. Kore dizileri içinde insan ilişkilerini çok iyi, çok duyarlı anlatmasıyla hep aklımda kalacak sanırım. Lee Sun Gyun zaten çok sevdiğim bir oyuncudur. Tipik sesi dolayısıyla Kore’de Mr Voice, Bay Ses olarak tanınır. İlk blog yazım onun Pasta dizisi hakkındaydı . Coffee Prince’de de anımsanacak bir rolü vardı Lee Sun Kyun’un. Sonra My wife is having an affair this week dizisini izledik eşimle birlikte. A Hard Day filmini de yazmışım. Burada ayak sesleriyle, soluğuyla bile oynadı şefimiz. Ufacık bir mimiği pek çok duygu barındırıyordu.
IU’ya gelince oyunculuğu hakkında hep bir spekülasyon vardır idol olması dolayısıyla biliyorsunuz. Bir dizisi başlar, hemen ardından Netizenlerin kötü oyuncu çığlıkları duyulur. Bu dizide gerçekten iyi oynadığını söyleyebilirim. Dizi boyunca en çok konuşulan oyuncular arasında hep onun adını gördüm. Lee Sun Kyun’un yanında hiç de ezilmediğini, gayet güzel bir oyun çıkardığını söylemek boynumun borcu olsun.
Dizi Another Miss Oh yazarı Park Hae Young tarafından yazılmış. O diziyi de çok severek izlemiştim. Yönetmen ise Signal, Misaeng ve Sungkyunkwan Scandal’ın yönetmeni. İki tarafta da kaliteli iş çıkaran kişiler olunca, dizi oyuncuları da iyi oynarsa, o dizinin başarısı kaçınılmaz oluyor. Bu dizide de öyle oldu. Ratingler oldukça yüksekti.
Dizinin konusunu kısaca özetleyecek olursak, Lee Ji An bir şirkette geçici çalışandır. Peşinde borcundan dolayı kendisini hırpalayan bir genç vardır. Yaşlı ve dilsiz büyükannesine bakmak zorundadır. Zaman içinde yine bu borçlardan dolayı peşindeki çocuğun babasını nefsi müdafaa çerçevesinde öldürmüş olduğunu öğreniriz. Dong Hoon (Lee Sun Kyun ) ise bir avukat ile evli, çocuğu yurtdışında okuyan, bir mühendistir. Lee Ji An ile aynı şirkette çalışırlar. Dong Hoon üç kardeşin ortancasıdır, annesi ve kardeşlerinin göz bebeğidir. Çünkü diğer ikisi özellikle annenin gözünde hayırsızdır. Şirkette güç kavgaları vardır. Şirketin genel müdürü ile Dong Hoon birbirilerini sevmezler. Sonradan Dong Hoon’un karısının GM ile ilişkisi olduğunu görürüz. GM rakiplerini ve tabii Dong Hoon’u da şirketten attırmak için Lee Ji An’ı kullanır. Lee Ji An Dong Hoon’un telefonunu dinlemeye başlar. Bu bir dönüm noktasıdır, Dong Hoon’un insan yanını gördükçe onu sevmeye ve yardım etmeye başlar. Bu arada Dong Hoon da onun çektiklerini görür, o da kızın yardımına koşar. Hikaye yan öykülerle de akıllıca desteklenmiştir.
Jang Ki Young kızın başta arkadaşı, sonra düşmanı olarak resmen rol çaldı. Şimdi de başrol olduğu dizi başladı.
( Come and Hug Me ) Ben henüz izlemeye başlamadım, ama en kısa zamanda izlemeyi planlıyorum. Dizi oynarken de söylemiştim, bu çocukta başrol kumaşı var diye.
Dong Hoon’un ağabeyini Prison Playbook’un Kaiseuteu’su Park Ho San oynadı. Hafif kaypak ama duyarlı loser rolü doğrusu ya pek yakışmıştı. Ben şapşallıklarına kızamadım. Tam tersine sevdim. Sanrım dizinin en önemli dersi konu insan doğasına gelince tamamen beyaz ya da siyah diye bir şey olmadığı, tam tersine en yaygın rengin gri olduğuydu. Dizideki en doğru karakter Dong Hoon bile oldukça iyiydi Lee Ji An’ın deyimiyle.
Küçük kardeş yönetmendi. Başarısızdı, eski oyuncusunu sinir hastası etmişti. Sonra öz savunmasını yapıp kızın kırışıklıklarını 🙂 düzeltmeyi kabul etti, yetmedi kıza aşık oldu.
En çok hoşuma giden kardeşlerin ve mahalle halkının birbirine bağlılığıydı. Her gece birlikte yiyip içmeleri, top oynamaları, birine bir şey olunca hemen yardıma koşmaları, zayıflıkları, güçlü yanları, sevgileri, hepsi izlenmeye değerdi.
Aşağıda Dong Hoon erkek kardeşinin bir gün söylediği gibi ” Bugün ölemem, içime pahalı iç çamaşırı giymedim . ” derken.
İş yerindeki katakulliler en sevmediğim bölümlerdi, ama onlarda bile ilerlettiğimi anımsamıyorum. Keşiş ve Bar sahibi kızın öyküsü de yan öykülerden biriydi. O da ilgimi çekti.
Diziyi düşününce Lee Ji An’ın iki kahve poşetini sıcak suya atıp aç karnını doyurmak için içişini, aldatılan Park Dong Hoon’un aldatılmaktan ötürü ne kadar çok kırıldığını, buna rağmen karısına başta söylememesini, ama bildiğini öğrenince de dayanamayıp kapıyı yumrukladıktan sonra söylediklerini, küçük kardeşin ağabeyinin dayak yediğini gördükten ve aldatıldığını öğrendikten sonra nasıl delirdiğini, Lee Ji An’ın Dong Hoon’a Bana yemek ısmarla demesini, birlikte metroya binip sessizce gitmelerini, Dong Hoon’un ayak seslerini, barcı teyzenin başka bir yere gidiyormuş gibi bardan çıkıp, dönüp dolaşıp geri gelmesini, keşiş abinin huzura kavuştuğunu düşündüğü halde içinde fırtınalar esmesini, Dong Hoon’un ağabeyinin biriktirdiği parayı, Ji An’ın büyükannesinin cenazesi için harcamasını- ki bu cenazeler çok önemli Kore’de, Dong Hoon müdür olunca annemizin cenazesine çok kişi gelecek diye sevinmişlerdi- Dong Hoon’un son bölümde evde hıçkıra hıçkıra ağlamasını sanırım hep hatırlayacağım.
Aşk var mıydı ? Bence Dong Hoon Ji An’ı onu anlayan, iyileştiren bir ruh olarak gördü ve korudu, kolladı. Ji An ise hayatında ilk kez insan yerine konmanın hatırına ahjussiye sevgi duydu. Ama ben o sevgiyi hiç bir zaman tutkulu bir aşk olarak hissetmedim. Saygı duyduğu, önemsediği, iyi bir insan olarak bildiği birine karşı geliştirdiği bir sevgiydi. İkisi de birbirlerini anlayıp, iyileştirdiler.
Dizi müzikleri de güzeldi. Tümü işte şurada.
Fantastikten, zaman yolculuğundan, savcılardan, yeniden doğuştan gına geldiyse, bu dizi sizin için biçilmiş kaftan. Her bir bölümünde akılda kalıcı bir söz de var, izleyin, izlettirin.