Jung Hae In’in bu kez de yine popüler nunalardan Han Ji Min ile oynadığı bu dizi bir önceki yazımda da söz ettiğim gibi ardında tartışmalar bırakarak bitti. Kimimiz eşleşmeden memnun olmadığı için hiç izlemedi, kimisi konudan ötürü diziyi yarım bıraktı, biz bitirenler de bence ilişkiler üzerine düşünüp, konuşma fırsatı bulduk. Jung He In’in bir önceki dizisi Something In the Rain kadar sevdiğimi söyleyemem diziyi. Oradaki karakterini daha çok sevmiştim, Hae In’in. Ama izlemeye değer miydi, evet değerdi. Şimdi azıcık açalım konuyu.
16 Bölümlük dizi MBC’de yayımlandı. Yönetmeni An Pan Seok önceki dizi, Something In the Rain’in yönetmeni. Senarist de aynı Kim Eun. Müzikler de benzer olunca, ilk dizinin devamı gibi olacak sanıyorsunuz, ama bunda farklı bir tını vardı. Jung Hae In farklı bir karakteri oynadığını açıkça yansıtmış.
Dizi bir nuna romans değildi. Han Ji Min’in ufak tefekliğinden de yararlanarak, çifti aynı yaşta yapmışlar. Çok da sırıtmıyordu. “Bodur tavuk her dem taze” demiş büyüklerimiz, gayet de doğru. Gerçi ilk bölümde basketbol oynayan Hae In resmen liseli gibiydi, nerde üniversite bitirip eczacı olmuş , bir çocuk babası yalnız baba imajı, nerde bu velet 🙂 Yaşından çok ama çok genç gösteriyor Hae In. O yüzden Han Ji Min ne kadar genç gösterse de az biraz yaş farkını hissediyorsunuz. Öte yandan hep olgun çocukları oynuyor Hae In ve de güzel oynuyor. O sessiz sakin, dingin hali çok iyi veriyor. Hatunlar da çocuksu yanlarını ortaya çıkarınca, yaş farkını kapatmada bir tık önde oluyorlar.
Han Ji Min kütüphanede çalışan bir kızı oynuyor. Dört yıldır çıktığı bir sevgilisi var, ama ilişkilerine ilişki demek imkansız. Çocuk için ha Han Ji Min dizideki adıyla Jung In, ha duvar. Zaten babası zengin ve kızın babası da yanında çalışıyor. Adam oğlunu başkasıyla evlendirmek istiyor, kız da bu küçümsemenin farkında ama çok da farkında değilmiş gibi yapıyor. Bunlar bayağı bir olgun çift ilişkisi yaşıyorlar, öpülünce gözleri fırtlatmak filan tarzı değil, beraber olmuşlar çoktan. Ama ilişki alışkanlık halini almış. Hatta aslında baştan beri tutkusu yokmuş sanki. O zaman ne diye çıktı bunlar ve ilişkiyi bu noktaya getirdiler, hiç mi hiç anlamadım ben. Kızı dobra, sert, kılçıklı tanıtmaya çalışmışlar, ama öyle bir kız nasıl olur da o yalan ilişkinin peşinden dört yıl gider, çok da inandırıcı değil.
Çocuğa gelince eczacı. Okul arkadaşının yanında çalışıyor. Sessiz , sakin, yine okuldayken tanıdığı sevgilisi bir çocuk doğurduktan sonra bunları terkedip gitmiş. Yalnız baba, ama çocuğa annesi ile babası bakıyor.
İşte eczanede ilaç alırken tanışıyorlar, çocuk ilk görüşte aşık oluyor, kız da zamanla tutuluyor. Eski sevgilisinden ayrılma aşamaları yüzyıllar sürüyor. Adam işi inada bindirip ayrılmak istemiyor filan. Bu arada biz kızın sunucu olan büyük ablası ve dayakçı dişçi kocasının öyküsü ile , küçük kız kardeşi ile eczacının arkadaşının ilişkilerini, eczane ve kütüphane taifesinin işe müdahil olmalarını, çiftin ailelerinin olaya yaklaşımını filan izliyoruz.
Dizide en sevimsiz yan kızın gitgelleriydi bence. E hangi ilişkide git gel yok ki diyeceksiniz, öyle ama, kararlı bir biçimde dur diyememesi eski sevgiliye hepimizi sıktı sonunda . O adam da bazılarımız için mazlum, bazılarımız için de yapışkan oldu çıktı. Son bölümde bile hala düğün tarihi kararlaştırıyordu. Kendi kendine gelin güvey olmak deyimi sanırım bu ex için söylenmiş 🙂
Bu arada evlenip boşanmak, ya da yalnız çocuk yetiştirmek Kore’de cinayet ile eş değerdeymiş onu öğrendik. Allahım o çocuğun yüzü yerden kalkmadı. Annesi, babası dahil, “Nasıl olur da bir kadın bizim ezik oğlumuzla ilgilenir, Allahım ne kadar şükretsek azdır.” mooduna girdiler ya, sinir oldum. Olduk yani eşimle birlikte. Hoş bizim ülkemizde de hiç evlenmemiş bir kız, evli çocuklu biriyle çıkmaya ya da evlenmeye kalkarsa, ailesinden ve çevresinden tepki görür genelde, ama ne olursa olsun bu kadar da değil.
Kızkardeşlerin dayanışması da göz yaşartıcıydı. Kocasından dayak yiyen ve cinsel olarak istismar edilen ablanın durumunu öğrenince damadının üzerine yürüyen anne ne denli taktir edilesi bir anneyse de , dayak yiyen kızının evliliğini hiç bir şey olmamış gibi sürdürmesini isteyen baba da o denli yerilesiydi. Kol kırılır yen içinde kalır, kadının yeri kocasının yanıdır saçmalıkları yüzünden, bizim ülkemizde de her yaşta ve her eğitim düzeyinde kadın bunları yaşayabiliyor. Cesur olup karşı durabilmek gerek.
Jung Hae In senaryo icabı başta tutuktu ama açılınca da güzel açıldı. Çok hoş sahneler de vardı. Kız seni seviyorum deyince ağlaması pek hoş bir ayrıntıydı bence.
Çocuk kendini çektiğinde kız özleyip kapıya dayanmıştı ya, sonra çocuğun söylediklerine katlanamayıp, onu susturmuştu. O sahne de pek güzeldi.
Jung Hae In’in dizideki minnak oğlu pek şirindi. Evlilikler, ya da ilişkiler sona erince olan çocuklara oluyor. Bizimki de çocuğundan farksız değil mi ? Sosyal medyadan bölümleri takip ettiğimde, herkesin Jung Hae In için ” Ay kıyamam” ” Bebeğim” ” Yeter ki o üzülmesin” gibi yorumlar yaptığını gördüm. Dizi belki nuna romans değildi ama, Jung Hae In’in yansıttığı sevgiye muhtaç kişilik yüzünden, yaşı küçük de olsa tüm kızlar, kadınlar ona bir nevi anne hisleriyle yaklaştılar.
Bu üstteki karede oğluyla konuşuyor ve ağlıyor. Zaten sulu gözün tekiydi dizide.
İlk öpücük gelene kadar yüzyıllar geçti. Elini tutması bile bir ömür sürdü.
“Sen de beni bırakacak mısın?” diye sorarken, üstteki karede. Bundan sonra az kalsın ayrılacaklar sandık, neyse güzel toparladılar.
Nasıl küçük bir çocuk gibi özür diliyor 🙂
Something in the Rain’de Son Ye Jin’e “Ufacık tefeciksin, tam bana göresin.” diyordu Jung Hae In. Bu kız da öyle olduğu için çok rahat etti.
Dizi müziğine gelince şurada full album var. Bir önceki dizi gibi yine çok sevdim. Rachael Yamagata’nın seksi, boğuk sesi ilk dizide olduğu gibi öyküye ve diziye cuk oturmuştu.
Bu arada Jung Hae In’in bundan sonraki dizisi için genç bir partner arandığını söyleyip, nuna romans karşıtlarını da memnun edelim. Sonraki dizi sizin kaleminizdir belki. Bana gelince ben her halükarda Jung Hae In dizisi izlerim.
Son Söz: Bu tabii benim düşüncem ama, hem Jung Hae In’in hem de Han Ji Min’in dizi boyunca giydiği giysiler öyle rüküştü ki, gözlerimiz kanadı. Belki kişiliklerine uygun olsun diye öyle olmuş olabilir ama, Something In The Rain’deki giysileri mumla aradık.
*Attila İlhan, Ben Sana Mecburum şiirinden