“Çünkü ayrılık da sevdaya dahil, ayrılanlar hala sevgili” * / Now we are breaking up

Her ne kadar dizi Attila İlhan’ın şiirindeki dizelerin ana fikrini anlatmak istese de o kadar süründürdü ki milleti, dizinin sonunu getirenler çok az oldu. Her bölümde birileri bıraktı izlemeyi. Ben de bitireyim de yazayım bari diye izledim. Yobo da Song hye Kyo’yu beğeniyor, o da onun için izledi, ama açıkcası o da sıkıldı bir noktadan sonra. Mıy mıy mıy mıy mıy mıy bir özlü sözler geçidi, eylem yok sadece laf-ü güzaf.

Song Hye Kyo bir önceki dizisinde Park Bo Gum’u askere uğurlamıştı, bunda da Jang Ki Yong’u gönderdi. Jang Ki Yong adamakıllı çekici bir şey olmuş, ama açıkcası dizide ana çiftin birlikte olduğu sahnelerden çok ayrılığı konuştuğu sahneler çoğunluktaydı. O yüzden Song Hye Kyo hayranları çok hayal kırıklığına uğramışlar. Hatta bu diziyi zorla mı kabul etti diye sitem etmişler. Aranızdan bazıları Song Hye Kyo’yu donuk ve oyunculuğu zayıf buluyor biliyorum. Çoğu rolünde de soğuktur hatun. Ama ben severim. Buna rağmen fanları yüzünden Twitter’da linçlendim. Dispatch’in yılbaşı çifti beklentilerini anlatan bir tweeti retweetlemiştim. IU’yu on ayrı erkek ile eşleştirmişler. Ben de “ Çapkın hatun Song Hye Kyo olsa neyse” dedim, aman demez olaymışım. İran’dan Bengladeş’e, Burkina Faso’dan Faroe Adaları’na Hye Kyo hayranları, “ Ne demek çapkın, Hye Kyo bir rahibe” diye karşı çıktılar. Birincisi ben çapkın sözcüğünü olumsuz kullanmamıştım. Kadın Lee Byung Hun’dan Hyun Bin’e, Song Joong Ki’den Rain’e, Kang Don Won’a kadar pek çok erkeğin gönlünü çaldıysa,( Park Bo Gum , Lee Seung Gi filan gibi söylenti olanları saymayalım bile ) helal olsun demek düşer bize. Güzel kadın şimdi doğruya doğru, hatta göründüğünden daha da çekici olduğunu sanıyorum. Ama kimseyle çıkmıyor derseniz anan koca mı gördü fıkrasını hatırlatırım size. Kalkıp da laf yetiştirmedim linçleyenlere ama şimdi burada sırası geldi diye söylüyorum. Genç erkeklerle oynamasına gelince, demek ki böyle bir talep var ki hep genç erkeklerle partner yapıyorlar. Yeni dizisinde de öyle olacak sanırım Glory’de. Ben şikayetçi değilim valla.

Ajumma bu kadar konuştun konuştun , hala diziden söz etmedin diyecek olanlara. Edelim tabii ki.Jang Ki Yong çok talep gören bir fotoğrafçı, Song Hye Kyo da parlak bir modacı. Bir defile sonrası tanışıp tek gecelik bir ilişki yaşıyorlar. Jang Ki Yong iletişim bilgisi istiyorsa da hatun “Gerek yok!” diyerek vermiyor. Daha sonra tekrar karşılaşıyorlar. Patronun kızı gitmek istemediği görücü usulü buluşmaya Hye Kyo’yu gönderiyor, karşısındaki beyefendi bizimki. İşte sonra kızın niye aşka karşı olduğu ortaya çıkıyor. Gençliğinde Paris’te okurken bir beyefendi kalbini kırmış. Efendim o da Ki Yong’un – dizide Jae Guk – ağabeyiymiş , sonra da ölmüş, ama kadının öldüğünden haberi yok, bu kadar mı meraksızsın be kızım, evlenmeyi planladığın adam ortadan kayboluyor, beni terk edip gitti diye diş biliyorsun, öldüğünden haberin yok!Sonra da Paris’te fotoğrafını alıp, baş ucundan eksik etmediğin adam karşına one night stand olarak çıkıyor, o da sevgilinin kardeşi. Bak sen tesadüfe bak ! İşte bu da ortaya çıkınca aileler karşı çıktı, herkesler karşı çıktı falan. Ki Yong’ın bi anası var, aslında üvey anne ama “Sen benim oğlumsun, ölen oğlumun sevgilisiyle evlendirmem.” diye tutturdu. Bu arada ben bu abi kardeş aşkından da bıktım, usandım. Dünya yüzünde başka adam mı kalmadı da kardeşini buldun. Tabii araya bin türlü tesadüf sokuşturdular. Paris’te bu ikisini bağlayan yani. Sonra dizinin başından sonuna kadar ayrılma konuşuldu. Ayrılsak da birbirimizi sevebiliriz filan. Çocuk bir sergiye katılacakmış. Kadının markası var, çalışanları var ilgilenmek zorunda. Paris’e gidemiyor diye ayrılıyorlar filan. E oğlum git sergini yap dön. Bir dolu mantıksızlıklar silsilesi. Suratlarında acı bir gülümseme dolanıp durdular. Tabii aslına bakarsanız dolanırken de pek çok markanın reklamını yaptılar. O elbiseler, takılar değişip duruyor, kahve içiliyor, markası gözümüze sokuluyor, her aşamada bir tanıtım.

Tabii bu arada Ha Young Eun ,( Hye Kyo ) patronun kızı ve bir başka arkadaşları var, kankalar. O başka arkadaş evli, çocuğu var, mankenliği bırakmış pankreas kanseri oldu. Onun öyküsünü de izledik. Yan çift olarak patronun kızı ve Ki Yong’un arkadaşını izledik. Sevimli bir çift olmuşlardı. Bol bol moda camiasını izledik. Tasarım nasıl yapılır, nasıl çalınır, influencerlar nasıl kullanılır filan. 🙂 İdol kontenjanından Sehun ve Yura vardı. Sehun sevimliydi, patronun havai oğlunu oynadı.

Dizi finali de kimseyi tatmin etmedi. Bir daha bu yazarın dizisini izlemeyiz diyen pek çok kişi gördüm nette, yorumlarda. Sonra baktım başka hangi diziyi yazmış diye, Misty’i yazmış. O fena değildi gerçi.

Sonuç olarak ağır planlı bir dizi, Ki Yong askerde daha uzun süre izleyemeyeceğim diyenler, ya da Hye Kyo hayranı olanlar izleyebilirler. Benim bir daha izlemeyeceğim dizilerden biri. Ben size Attila İlhan’ın şiirini yazayım iyisi mi , daha önce okumayan kaldıysa okusun.

*

Ayrılık Sevdaya Dahil

açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın 

rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan 

ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili 

telâşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili 

yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fenâ kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle 

sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız

You may also like...

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

%d bloggers like this: